“EL NE DER!” SÖZÜ BİR PUTTUR

“El ne der!” diye bir puta tapıyoruz ve sorana “Elhamdülillah Müslümanım” diyoruz. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu! Bu söylemin put olduğunu anlamak için illa Arapça terkiple mi yazmak gerek: el-lat, el-uzza, el-menat ve “el-neder”! Zebur, Tevrat, İncil ve Kur’an’dan sonraki kitabın adı A’det mi yoksa! Bu kitabın peygamberi kim peki? Halk arasında şu […]
Köşe Yazarları - 8 Ocak 2019 21:45 A A

“El ne der!” diye bir puta tapıyoruz ve sorana “Elhamdülillah Müslümanım” diyoruz. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu!

Bu söylemin put olduğunu anlamak için illa Arapça terkiple mi yazmak gerek:
el-lat, el-uzza, el-menat ve “el-neder”!
Zebur, Tevrat, İncil ve Kur’an’dan sonraki kitabın adı A’det mi yoksa! Bu kitabın peygamberi kim peki?
Halk arasında şu konuşmalara şahit olmayanınız var mı acaba?
“Aman komşu, akşamları bahçeye çıkıp oturacağım da “el ne der” diye çekiniyorum.”
“Çok güzel bir elbise aldım, giyineceğim de “el ne der” diye giyemiyorum.”
“Bizim hanım yolda yürürken hep benim arkamdan gelir, bir keresinde elimi tutacak oldu da kızdım. Neme lazım “el ne der” sonra!”
Örnekleri arttırmak mümkün.
“El-neder” putunun ibadet şekli nasıl acaba?
Efendiler işin mizahi boyutu bir tarafa biz neden böyle bir toplum olduk? Bize yalavaç olarak yani peygamber olarak gönderilen Muhammed elin ne diyeceğini düşündü mü sizce? Yaratıcısının emrettiği ne kadar iş varsa yaptı ve “el” de onu engellemek için elinden geleni ardına koymadı. Namaz kılarken sırtına deve işkembesi mi koymadı, yerinden yurdundan mı kovmadı!
İbadet şekli, namaz, yalavaç demişken biraz bunlardan konuşsak mı, ne dersiniz?
İslam Dini’nin Peygamberi, Arap toplumunun arasından çıktı, bu bir gerçek. Dili de doğal olarak Arapça idi. Ve bundan sebep kendisine vahyedilen kitap da yazıya Arap dili ile geçirildi. Oysa Yaratıcı, seçtiği elçi ile kendi dilinden; yani Rab’ca konuşmuştu. O ise içinde bulunduğu topluma Arapça olarak aktardı. Toplum Rab’cadan anlasaydı elçiye ne gerek vardı! Nitekim Veda Hutbesi’nde o kutlu Yalavaç halka hitab ettikten sonra işaret parmağı ile orta parmağını birleşik tutarak göğe kaldırıp halkın üzerine doğru indirerek “Şahit ol ya Rab” diyerek bu hareket ve söylemi üç kez tekrarladı. Görevini yapmış, kendisini kabul eden halka bunu teyit ettirmiş ve Yaratıcısını da şahit tutmuştu.
İslam’ı kabul edip benimseyen ve İslam olan insanlar onun gibi konuşacak, onun gibi giyinecek ve onun gibi mi yaşayacaktı. Evet, onun gibi yaşayacaktı. Onun gibi mütevazi, tatlı, anlaşılır, samimi vs. bir üslup ile konuşacak ancak bunu kendi dilinde yapacaktı. Eğer illa Arap gibi yaşamak, Arapça konuşmak, Arap gibi giyinmek Peygambere uymaktır diyorsan o halde ona Peygamber demeyi bırakarak başlamalısın işe!

Neden mi?

Çünkü Allah ile kul arasındaki son elçi olan Muhammed’in içinden çıktığı toplumun dilinde yani Arapçada Peygamber diye bir kelime yoktur. Peygamber kelimesi Farsça bir kelimedir ve onun Arapçadaki karşılığı muhabirdir. Yani haber getiren. Türkçedeki karşılığı ise yazımızda birkaç yerde kullandığımız yalavaç kelimesidir.
E şimdi bu “el ne der” diyerek korktuğumuz put, Arap gibi yaşamamızın İslam’a uygun olduğunu söylüyorsa biz neden Yaratıcı ile haberleşmemizi sağlayan haberciye Farsça olan Peygamber kelimesi ile hitap ediyoruz? Farsçada peyâm kelimesi, bilgi-haber anlamına gelir ve sonuna gelen +ber eki ile bilgici, haberci anlamını yüklenir. Ayrıca dinimiz İslam’ın temel şartlarından biri olan namaza bakacak olursak onu da yanlış anlamışız sanki!
Namaz kelimesi de tıpkı peygamber kelimesi gibi Farsça bir kelimedir. Oysa namaz bizim dinimizin direği idi! İlla Arapça olmak zorundaysa dini yaşayış şeklimiz, namaz kelimesinin yerine Arapça karşılığı olan “salât”ı kullanmalı değil miyiz? E n’olacak şimdi yıllardır yanlış biliyormuşuz o halde biz İslam değil miyiz? Sorsalar “Elhamdülillah Müslümanım” deriz. Dini, üzerinden geçerek Anadolu’ya geldiğimiz Acem coğrafyasında iken Farslardan öğrendiğimiz için bu kelimeleri kullanıyoruz. Ancak şunu neden bir türlü akletmiyoruz?
Bu adamlar Arap coğrafyası ile yakın oldukları halde İslam ile tanışınca İslam’a ait unsurları kendi dillerindeki karşılıkları ile kullanmışlarsa biz neden İslam olduğumuzu iddia edip Arapçılık yaparken Farsça konuştuğumuzun farkına varamıyoruz.
Şalvar ve sarığı İslam sanıyoruz ancak Arap coğrafyasında insanlar Türkçede giysi anlamına gelen “savb” dedikleri bir kıyafet, altına da izaar yahut vuzar dedikleri bir iç giysi giyiyorlar ve başlarına da “kefiye” denen bir örtü örtüp onu da “agel” denen bir çemberle başlarına tutturuyorlar.

E hani şalvar ve sarık nerede?

Şalvar ve sarık, Acem-Fars-Hint coğrafyasına ait kıyafetler. E hani şalvar ve sarık kaldırıldığında din elden gitmişti? Zaten şalvar ve sarık İslam dinine ait değilmiş ki!
İslam olmak Arap gibi yaşamaktır diyorsa birileri hala, o halde bir zahmet entari diktirip giyseler iyi ederler. Çünkü yukarıda savb diyerek ismini andığımız kıyafet entaridir. Coğrafyanın iklimi itibari ile sıcaklık derecesinin yüksekliği sebebiyle savb, bölge halkı için en uygun kıyafettir. Peki ya atlı-göçebe bir toplum olan Türkler için uygun olan nedir? Arkeolojik kazılarda da karşımıza çıkan üç bin yıllık pantolondur. Daha eskisi varsa da henüz elde somut örneği olmadığı için biz üç bin yıllık Türk pantolonunu burada zikrediyoruz. Ata rahat binebilmek için bacakları tam kapasite kullanmak gerekir. Bacakları tam kapasite kullanmak için de bacağı saran ancak bacakla birlikte esneyebilen bir giysiye ihtiyaç duyulmaktadır. İcadlar ihtiyaçlara göre ortaya çıktığına göre bu bahsettiğimiz bilgiler yadsınamaz. Bu fikirler ışığında karanlıkta kalmak isteyenler kendileri bilirler. Ancak İslam “dil”de değil “öz”de olmalıdır. Özünü Yaratıcının emrettiği gibi imar etmeyen, dilini ne kadar süslese boştur. Bir Yahudi, salimce yaşamadıkça “ben Müslümanım” demekle Müslüman olmaz. Bu nedenle yalnız “Eşhedü en lâ ilâhe illallah” diyerek kişi sadece İslam dairesinin kapısında, bir olan yaratıcısının birliğine şahitlik etmiş olur. Şehadet getirmek tek başına kişiyi Müslüman yapmaz.
“O Yaratıcı bir tanedir, ondan başka Yaratıcı’nın olmadığına şahitlik ederim” deyip sonra “el-neder” putuna tapmanın manası nedir? El, ne derse desin, kişi, bir olduğuna inandığı Tanrısının emrettiğini elin ne diyeceğini umursamadan yapmalı.

Comments

comments

Bu haber 5729 kez okundu.
Köşe Yazarları - 21:45 A A
BENZER HABERLER

YORUM BIRAK

YORUMLAR

Hiç yorum yapılmamış.